AB`nin güvenlik arayışı
NATO`nun, kapitalist Batı`nın çıkarlarının zarar gördüğü bunalımlarda `küresel jandarma` rolünü oynamaya başladığı geçen 10 yılda, ittifakın transatlantik bağı da çözülmeye başladı.
Avrupa`da yaşanan Bosna ve Kosova çatışmalarında Avrupa`nın etkisiz kalması, kıtanın güvenliğiyle ilgili bir düzenlemenin ABD`siz geliştirilemeyeceği gerçeğini gösterdi. Yaşlı kıtanın göbeğinde çıkan bu savaşlar, AB`nin küresel güç olmak için kendi güvenlik boyutunu da geliştirmesi gerektiğini ortaya koydu.
Kosovalı Arnavutlar, bayramda yaptıkları mezarlık ziyaretlerinde, savaşta kaybettikleri yakınlarını andılar.
``Soğuk Savaş`` ın sona ermesinin ardından yaşanan hızlı dönüşüm sürecinde, küresel güvenlik politikalarında da önemli değişiklikler yaşandı. SSCB`nin dağılmasıyla yeni ülkelerin doğması, sınırların yeniden düzenlenmesi başta Avrupa`da olmak üzere bölgesel çatışmalara da neden oldu. Irak`ın Kuveyt`e saldırmasıyla başlayan Körfez Savaşı`nın ardından gözler Bosna`ya çevrildi. 3.5 yıl süren iç savaşta binlerce kişi yaşamını yitirdi ancak bu trajedi kimseye ders olmadı: Kosova`da beklenen patlama yaşandı ve NATO, Yugoslavya Federal Cumhuriyeti`ne müdahale etti.
1990 ile 2000 arasında çatışmalarla geçen 10 yıl, küreselleşme olgusunun güçlendiği ve yeni dünya düzeni adı altında bir ``sistemin`` belirdiği bir dönem oldu. ABD`nin tek süper güç olarak ortaya çıktığı, NATO`nun, kapitalist Batı`nın çıkarlarının zarar gördüğü bunalımlarda ``küresel jandarma`` rolünü oynamaya başladığı bu dönemde, ittifakın transatlantik bağında da çözülmeler görülmeye başlandı.
Avrupa, çelik ve kömür konusunda işbirliği ile başlayan bütünleşme sürecini, siyasi bir birliğe taşıdı ve bu birlikteliğin adını Avrupa Birliği (AB) olarak değiştirdi. Başını Almanya`nın çektiği AB, SSCB`nin dağılmasının ardından komünist hükümetleri devirip işbaşına gelen yeni yönetimleri, kendi yörüngesine çekmek için genişleme sürecini başlattı. 12`ler, Avrupa`nın zaten gelişmiş ülkeleri İsveç, Finlandiya ve Avusturya`yı içine katarak 15 üyeli bir birlik oldu ve Orta ve Doğu Avrupa`nın yeni cumhuriyetlerini de içine alacağını açıkladı.
Türkiye ve Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında Kıbrıs Rum Yönetimi de dahil olmak üzere 13 aday ülke, AB ile uzun pazarlıklarını sürdürüyorlar. AB, Helsinki Zirvesi`nde aldığı kararla genişlemenin 2003 yılından itibaren başlayacağını karara bağladı. AB ülkeleri, aynı süreçte ``sosyalist işgal tehdidinin`` ortadan kalkmasıyla birlikte savunma harcamalarında büyük kısıntılara gittiler. AB ülkeleri savunmadan kıstıkları kaynakları ekonomik gelişmeye ayırıp dünyanın en önemli bölgesel kurumlarından biri olmayı hedeflediler ve bunu büyük ölçüde gerçekleştirdiler. Ekonomik ve siyasi bütünleşmesini büyük ölçüde sağlayan AB`nin gerçek bir küresel güç olabilmesi için ``güvenlik`` boyutunu da geliştirmesi bir gerçek olarak ortaya çıktı.
AGSK`ye uzanan yol
Avrupa`nın kendi güvenliğinin sağlanmasında daha fazla rol oynaması görüşü, Soğuk Savaş`ın sona ermesinden önceki yıllarda kendini gösterdi. ABD, SSCB`nin dağılma işaretlerinin görülmeye başlandığı bu dönemde, kıtanın güvenliği konusunda daha etkin olması gerektiğini dillendirmeye başladı. Bu görüş, 1992 tarihli Maastricht Anlaşması`nda da yer aldı ve 15`ler ortak güvenlik ve savunma politikaları üzerinde çalışmalara başladılar.
NATO ve AB, bu süreçte ayrı ayrı olarak yaptıkları toplantılarda Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği`nin (AGSK) hangi koşullarda gelişeceğini görüştüler. Bunlara paralel olarak NATO ile AB`nin eski savunma kolu olan Batı Avrupa Birliği (BAB) ilişkileri için de düzenlemeler yapıldı. Bunun sonucunda Türkiye, 1992 yılında BAB`a ``ortak üye`` statüsünü aldı ve her türlü planlama ve operasyona eşit katılım hakkını kazandı.
Avrupa`da bu süreçte yaşanan Bosna ve Kosova çatışmalarında Avrupa`nın etkisiz kalması, kıtanın güvenliğiyle ilgili bir düzenlemenin ABD`siz geliştirilemeyeceği gerçeğini gösterdi.1996`daki Berlin NATO toplantısında, oluşturulacak yapının ittifak bünyesinde geliştirilmesi görüşü ağırlık kazandı. AGSK`nin geleceği ile ilgili olarak 1997 ve 1998`de yaşanan önemli olaylar şöyle gelişti:
1) Fransa, 1966`da ayrıldığı NATO`nun askeri yapısına dönmeyi düşündü.
2) İngiltere`de Tony Blair hükümeti iktidara geldi. Blair hükümeti, İngiltere`nin geleneksel ``AB`ye karşı uzak ve temkinli`` politikasında değişikliğe gitti. Londra yönetimi ile Brüksel arasında daha sıkı işbirliği dönemi başladı.
3) 1997`de imzalanan Amsterdam Anlaşması, Maastricht`de başlatılan dış politika ve güvenlik politikalarını geliştirmesi sürecine hız verilmesine neden oldu.
AGSK`nin geleceği ile ilgili kritik kararlar ise Aralık 1998`de yapılan Saint-Malo toplantısında alındı. Buna göre; NATO`nun, bütün olarak katılmayacağı durumlarda AB, ittifakın olanaklarından otomatik ve güvenli şekilde yararlanacaktı. BAB`ın görevini yapamadığı ve AB`ye devredilmesi de alınan kararlar arasındaydı. AB, Helsinki`de kıtada yaşanabilecek bir bunalıma müdahale etmek üzere 60 bin kişilik bir acil müdahale gücünü 2003`e kadar oluşturma kararı aldı. Ancak NATO`nun 23-25 Nisan 1999`da yaptığı Washington Zirvesi`nde alınan kararlara uygunluk içermeyen şekilde ``Türkiye gibi Avrupalı müttefiklerin karar alma mekanizmalarına katılamayacakları`` görüşü benimsendi. AB, bu görüşünü değiştirme eğilimi göstermedi.
Washington Zirvesi
İttifakın 50. yılı kutlamaları nedeniyle düzenlenen zirvede NATO ve AGSK-NATO ilişkilerine ilişkin önemli kararlar alındı. Bu kararlardan bazıları şöyle:
* NATO`nun bütün olarak katılmadığı krizlerde AB`ye otonom müdahale hakkı verilir.
* AGSK, NATO`yu etkileyecek bir gelişmedir. Avrupalı müttefiklerin BAB`daki kazanımlarının dikkate alınması ve AB`nin kriz müdahalelerine mümkün olan en iyi şekilde katılmaları gerekir.
* AB-NATO mekanizmaları geliştirilmelidir.
AB ülkeleri, Washington`dan sonra Köln, Helsinki, Feira ve Nice zirvelerinde NATO`nun kararlarına uyum göstermediler. Bunun başlıca nedeni, hem NATO`ya hem AB`ye üye 11 ülkenin ittifak toplantılarında farklı, birlik toplantılarında farklı görüşler iletmeleriydi. Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere, Portekiz, İspanya, İsveç, Finlandiya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg`dan oluşan bu 11 ülke, Washington Zirvesi`nde alınan ``AGSK, BAB yapıları üzerine bina edilecektir`` kararına imza atmalarına karşın, AB zirvelerinde birlik üyesi olmayan 6 Avrupalı müttefik için sadece danışmalara katılma şeklinde bir katılım öngördüler.
Türkiye`nin tutumu
Türkiye ise AB`nin bu tutumunun kabul edilemez olduğunu, NATO`nun olanak ve yeteneklerinin kullanılacağı operasyonlarda kendisinin de her aşamada söz hakkı bulunduğunu bildirdi.Türkiye`nin tutumu birkaç unsura dayanıyor:
1) İlkesel tutum: Türkiye, ittifakın zirve ve konsey toplantılarında alınan kararlara tam bir uyum gösterilmesi gerektiğine inanıyor ve müttefiklerden de benzer bir tutum göstermelerini bekliyor.
2) Jeostratejik konum: Türkiye`nin itirazları, teorik veya akademik kaygılara değil doğrudan güvenlik çıkarlarına dayanıyor. Türkiye diğer bazı Avrupalı müttefikler gibi dost komşu ülkelerle çevrili istikrarlı bir bölgede değil, her an çatışmalara neden olabilecek ciddiyette istikrarsız bir bölgede yaşıyor. (CUMHURİYET)